Onur Bey merhabalar. Öncelikle bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
İnsanın kendisinde bahsetmesinin en zoru olduğunu düşünüyorum aslında. Ama kısaca şöyle diyeyim. Bir kız babası, yazan, okuyan, hayata ve dünyaya çalışan bir adam. Biyografik bilgi gerekirse onu da şöyle vermek mümkün. 1977 yılında İstanbul’da doğdum. Marmara Üniversitesi Elektronik - Bilgisayar Bölümü’nü bitirdim. Yazdıklarımla Adam Sanat, Adam Öykü, E, Varlık, Öküz, Virgül, Eşik Cini, Sarnıç, Notos Öykü, Express ve benzeri dergilerde göründüm, kayboldum. Yanı sıra Radikal, Cumhuriyet Kitap, Yurt gazetelerinde yazılar; Bir gün gazetesinde köşe yazılarım yayımlandı. Öykü, roman yazdım, yazıyorum. Şiirlerim İngilizce, Arnavutça, Bulgarca, Ermenice gibi çeşitli dillere çevrildi. Yurt dışında, yurt içinde birçok festivale katıldım. Öğretmenlik, bilgisayar programcılığı vs işlerden sonra son on yıldır editörlük, bağımsız yazarlık ve reklam ajanslarında düzeltmenlik yapıyorum. Bağımsızlığımı özenle vurguluyorum. Bunun dışında son birkaç yıldır kendi hazırlamış olduğum Yaratıcı Okurluk atölyesiyle genç - yaşlı birçok okura ulaşarak “iyi okurun kötü yazardan iyi olduğunu”, “büyük yazarları ancak büyük okurların okuyabileceği” düşüncesini yaygınlaştırmaya çalışıyorum.
Peki edebiyat serüveniniz nasıl başladı?
Aslında başlamadı, çocukluğumda bir gün kendime baktım ve edebiyatın içinde buluverdim kendimi. Yapmak istediğim şeyin bu olduğunu da ta o günden anlamıştım. Geçimimi sağlamak için başka, edebiyattan ilgisiz şeyler de yapsam sonunda hep oraya döndüm. Şimdi en azından son on yıldır sadece kelimelerle uğraşıyorum bire bir edebiyat olmasa da... En azından bana okumaya, yazmaya zaman bırakıyor reklamcılık.
Birçok edebi türde eser veriyorsunuz ve hepsinde de gayet başarılısınız. Peki sizin en çok sevdiğiniz edebi tür hangisi?
Edebiyatta başarı kavramına inanmıyorum pek. Yani başarı daha çok ticarette yakalanabilirmiş gibidir. Şöyle düşünün, dünya sinemasının en önemli duraklarından biri olan Tarkovsky’nin toplam izleyicisi, Recep İvedik serisinden sadece birinin izlenme oranına sahip olmayabilir. Ben başarıyı ikincisi gibi algılıyorum. Yani geçici olan... Bana tiraj anlamındaki başarı pek bir şey ifade etmiyor. Bu konuda da başarısızım zaten. Ödülü de pek başarıdan saymıyorum. O bir keyif unsuru sadece. Bir de gençken tanınmaya yarıyor. Edebiyatı, edebiyattan aldığım zevkten başka bir şey için yapmıyorum. Gerisiyle eskiden çok ilgilendim, artık hiç ilgilenmiyorum. Tür meselesine de uzak bakıyorum bir miktar. 2016 yılında tür diye bir şeyin kaldığına pek inanmıyorum. Nice dizeler vardır ki roman, nice şiirler vardır ki öykü... Ben kalemi, kâğıdı, tuşları, defterleri, kitapları, dosyaları seviyorum.
Siz kendinizi Türk Edebiyatı’nın neresinde görüyorsunuz.
Bir yerinde... Nasıl bir yeri bilmiyorum ama. Türk edebiyatı olarak bakmadım aslında hiç meseleye. Yazılı uzayın, kâğıtlar kitaplar evreninin içinde bir toz olarak gördüm hep kendimi. Toz olduğunu unutma dedim kendi kendime. Kum tanesi, çakıl taşı bile değil... Fakat Türk edebiyatı lütfedip upuzun macerasının bir yerlerine beni de iliştirirse çok mutlu olurum, ayrı mesele...
Birçok ödül aldınız. Peki bu ödüller her zaman daha iyiyi ortaya koyabilmek için size fazladan bir sorumluluk yükledi mi?
Ödüller, genç yaşta insana dergiler ya da yayın evleri nezdinde daha da bir tanınma imkânı sağlıyor. Fakat o kadar. Edebiyat aslında başkaları tarafından değerlendirilecek, daha doğrusu ödülle yarıştırılacak bir şey değil. Edebiyatın ödülünü zaman verir. Ama demin de dediğim sebepten ödül önemli. Bir sorumluluk yükledi mi? Tabii ki. Ödülünü alıp adının yanına adınızı yazdırdığınız kişinin adını lekeme hakkınız olamaz, olmamalı. En azından ben böyle bakıyorum meseleye..
Ülkemize okuma alışkanlığı olan insanlar çok az. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu o insanların sorunu olarak görüyorum aslında temelde. Çünkü okumak, insanın başka hayatları, kendi hayatını, dünyayı, zamanı, sanatı anlamasını sağlar. İnsanın kendi devrimini yapmasını... Türkiye’de bunca bağırıp çağıran insan olmasının sebebidir okumamak... Okuyan sessizdir, yalnızdır. Anlar. Anladığı için kızamaz. Heykele bile tahammül gösterilemeyen bir ülkede okuma oranının az olması anlaşılır bir şeydir...
Peki iyi kitapları okumayan kişi hiç okumamış sayılır mı sizin için de? Bu genelleme hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Tabii ki. Bunun bir tane temel sebebi var. İyi kitaplar bizi başka kitaplara ve yazarlara ve hatta adalara, ülkelere, evrenlere taşır. Ama kötü kitapların böyle bir özelliği yoktur. Onları okur ve onlarda kalırız. Zaten iki türlü kitap vardır, iyi yazılmışlar ve kötü yazılmışlar... Üstelik bu da kişisel bir şey değildir. Bizim ülkemizde şöyle bir laf vardır: Zevkler ve renkler tartışılmaz denir, tüm zevksizler söyler bunu. Tartışmak gerekir. Tartışıyoruz...
Peki siz nasıl bir okursunuz?
Kendi gündemi olan, çalışan, öğrenmeye gayret eden, bitirdim demeyen, bildim demeyen ve yine söylüyorum, kendi gündemi olan bir okurum. Yazarlarım var, onlarlayım.
Eğitimim bilgisayar üzerine benim. 11 yıl özel sektörde kod yazdım. Bu açıdan hep yakınında olduğum böyle bir dünya da var. E-kitap meselesi beni çok ilgilendiriyor. İnternetteki özgür bilgi kullanımı da öyle. İnternetin son yüzyılların alfabeden sonraki en büyük buluş olduğunu düşünenlerdenim.
Son olarak okurlarımıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Bol kitap dolu günler dilerim efendim...