Bize biraz kendinizden ve eğitiminizden bahseder misiniz?
İstanbul Alman Lisesi ve Kimya Fakültesi mezunuyum. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Biyokimya doktorası, doçentliği ve profesörlüğü akademik kariyerime paralel olarak 12 yıl Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimya Dairesi Başkanlığı yaptım. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün kurucuları arasındayım ve 18 yıl kesintisiz müdürlüğünü yürüttüm. 2005’den 2010’a Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kuruluğu üyesi ve nihayet başkanıydım.
Geçmişte yürüttüğünüz Masumiyet Projesi çok ses getirmişti. Bu konuyla ilgili okurlarımızı bilgilendirir misiniz?
Masumiyet Projesini hala yürütüyorum. Amerika Birleşik Devletlerinde DNA analizlerinin olmadığı dönemlerde mahkum olmuş ve masum olduğuna inanan kişilere destek vererek başlamış bir projenin Türkiye ayağıdır. Başlangıçta Adli Tıp Enstitüsü’ndeki öğrencilerimle daha sonra hukukçu dostlarımla birlikte cezaevinden yapılan başvurulara yardımcı olmaya çalışıyor ve yeni delil bulmaya gayret ediyoruz. Böylelikle iade-i muhakeme olanaklarını zorluyoruz.
Yeni bir kitap hazırlığında olduğunuzu biliyoruz. Kitabın içeriği hakkında bilgi verebilir misiniz?
Son kitabım, Turgut Özal’ın mezarının açılması ile birlikte karşılaşılan durumu, yapılan incelemeleri, alınan sonuçları ve ölüm nedeni ile ilgili benim kişisel değerlendirmelerimin yanı sıra Michael Jackson’un pedofil olup olmadığı iddialarından, gerçek hayattaki Dexter’lere varıncaya dek farklı konuları ele alıyor. Kısa zamanda raflarda yerini alacak.
Siz gerçek ve kurguyu çok güzel harmanalayabiliyorken, birçok insanın da merak ettiği gibi neden polisiye roman yazmıyorsunuz?
Henüz toplumu adli bilimler, kriminalistik ve kriminoloji konularında bilgilendirme ve hak arama bilincini geliştirme misyonumu tamamladığımı sanmıyorum. Bu nedenle hala gerçek suç öykülerini, delile dayalı adalet arayışına odaklı konuları, bir kişinin suçlanışında muhtemel hata kaynaklarını ele almayı tercih ediyorum. Roman yazacak sabrım olamasa da, yakında uzun öyküler yazacağım.
“Kusursuz cinayet yoktur.” sözünüz fenomen oldu. Gerçekten her cinayette bir kusur varsa neden bu kadar çok faili meçhul cinayet var?
Kusursuz cinayet yoktur. Çünkü ölümün cinayet olduğunu anladığınız anda, zaten bir kusuru var demektir. Yoksa cinayet olduğunu bile anlamamanız gerekirdi. Gelelim faili meçhullere. Sorun, öncelikle olay yeri inceleme ekiplerinin ülkenin her yerinde aynı bilgi, beceri ve donanımda olmamasından kaynaklanıyor. Sorun tanıklarla görüşme, ifade alma tekniklerinden kaynaklanıyor. Sorun yeterli veri tabanımızın, özellikle DNA bankalarının olmamasından kaynaklanıyor.
Bir cinayetin failinin bulunmasına katkı sağlayan en büyük etken nedir?
Öncelikle dosyaların hep açık tutulması gerekir. Bir suçun failinin evvelce işlenmiş başka bir suçun faili de olabileceği unutulmamalıdır. Bunun çözümü hangi suçtan olursa olsun mahkum olanın DNA bilgisini bankalamaktır. Ne yazık ki tüm gelişmiş ülkelerde bu yapılırken, Türkiye’de hala başarılamamış bir durumdur.
Siz teknolojiyi neredeyse tam anlamıyla ilk kullananlardansınız. Türkiye’deki teknolojik gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?
Suçla mücadele açısından hala yeterli görmüyorum. Önemli olan suç işlenmeden durdurabilmek, öngörüp, engelleyebilmektir. Biz hala suç işlendikten sonra faili bulmaya çalışıyoruz. Bilirkişi laboratuvarları topluma yeterli güveni vermiyor. Ciddi standardizasyon eksikleri var. Dış kalite kontrol eksikleri var. Önemli olan en gelişmiş araç gereci satın almak değil, bunları üretebilecek, en azından bunlardan çıkan sonuçları yorumlayabilecek beyinleri yetiştirmektir.
Kriminal laboratuvarların gelişmesine katkıda bulunarak, “Yılın Bilim İnsanı Ödülü”ne layık görüldünüz. Kriminoloji terimi ülkemizde çok fazla bilinmiyor. Bizi bu konuda aydınlatır mısınız? Neden bu kadar önemli kriminoloji?
Kriminoloji, son iki yüz yıldır yasa yapmayı, yasalara karşı gelmeyi ve toplumun yasalara karşı gelenlere tepkisini bilimsel olarak inceleyen bir bilim dalıdır. Kriminoloji suçun nedenini inceleyerek, suçu önlemeyi hedefler.
Kriminalistik ise, ceza ve hukuk soruşturmalarının ihtiyacı olan fiziksel delillerin toplanması ve incelenmesi ile ilgilenen uygulamalar bütünüdür.
Bilişim suçlarında da kriminolojiyi kullanmak mümkün mü? Kullanıyorsanız hangi alanlarda kullanıyorsunuz?
Siber saldırılar ve siber casusluk, şimdilerde güvenlik tehdidi olarak terörizmin önünde gidiyor. Kullanılan dijital teknolojilerin açıklarını bulmaya güvenlik uzmanları yetişemiyor. Bu nedenle bilişim suçları başta A.B.D. olmak üzere hem kriminologların hem de kriminalistlerin ilgisini çekiyor. Hatta, siber kriminoloji adı verilen yeni bir alan, internet suçları ve suçlu davranışını araştırıyor. İnternette teröristlerin, pedofillerin, dijital korsanların, siber tacizcilerin, kumarbazların davranış biçimleri, hedef seçimi, yararlandıkları yazılımlar inceleniyor. Bu bilgiler ışığında yeni suçlar işlenmemesi için önlemler alınmaya çalışılıyor, toplum bilgilendiriliyor.
Öte yandan sanal ortamda işlenen suçları delillendirerek mahkumiyeti sağlamak, kriminalistlerin işi. İki örnek vereyim. Haziran 2000’de seri katil olduğundan şüphelenilen ama bir türlü kanıtlanamayan John Robinson’un evi arandığında delil olarak beş bilgisayara el konmuştu. Bu sayede Robinson’un, interneti kullanarak kurbanlarını bulduğu, onları belli yerlerde buluşmaya ikna ettiği anlaşıldı. İnternetin ilk seri katili olarak bilinen Robinson, sekiz kadını tecavüz edip öldürmekten idama mahkum oldu, halen Kansas’ta infazı bekliyor. FBI ajanı Robert Hanssen’in 1979’dan 2001’e, tam 22 yıl boyunca Sovyet ve Rus istihbarat servisleri için casusluk yaptığına ilişkin ilk ve başlıca delil evindeki Palm III avuçiçi bilgisayardı.
CNN TV ekranlarında izlediğimiz Suç ve Delil isimli programınızda işlediğiniz konuları neye göre seçiyorsunuz? Bir programınızın konusu robotlardı. AKINSOFT olarak bizimde robotik teknolojiler ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Siz bu konuda neler düşüyorsunuz?
Suç ve Delil’deki konuları kalabalık bir grup olarak kararlaştırıyoruz. Elbette bunda daha önceki programlarda aldığımız ratingleri göz önünde tutmaya çalışıyoruz. Bir de kanalın kendi izleyici profili önem taşıyor. Bana sorsanız, sürekli geleceğe yönelik yeni teknolojilerin, fütüristik yaklaşımların konu edildiği programlar yapmayı tercih ederim, çünkü yakın bir gelecekte suçla ilgili bütün bildiklerimizi unutmak zorunda kalacağız. Örneğin havaalanlarındaki X-ray cihazlarını pornografik görüntü elde etmek için, insansız hava araçlarının yanlış sinyal göndermelerini sağlamak için ya da en basitinden aracımızı yavaşlatmak ya da hızlandırmak için hackleyenler olacak.
Otonom robotlar elbette önemli ama, bana daha çok robot – insan ilişkisi cazip geliyor. Bu kapsamda özellikle insanların motivasyonu ve ikna edilmesinden, şüpheli ve tanıkların sorgusunu robotlara yaptırmaya ya da insan – robot işbirliklerine, ortak çalışmaya, konuşup, tartışmaya hatta “tekinsiz vadilerde” bir android ile birlikte yaşamaya bile varım.
Bize biraz kendinizden ve eğitiminizden bahseder misiniz?
İstanbul Alman Lisesi ve Kimya Fakültesi mezunuyum. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Biyokimya doktorası, doçentliği ve profesörlüğü akademik kariyerime paralel olarak 12 yıl Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimya Dairesi Başkanlığı yaptım. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün kurucuları arasındayım ve 18 yıl kesintisiz müdürlüğünü yürüttüm. 2005’den 2010’a Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu üyesi ve nihayet başkanıydım.
Geçmişte yürüttüğünüz Masumiyet Projesi çok ses getirmişti. Bu konuyla ilgili okurlarımızı bilgilendirir misiniz?
Masumiyet Projesini hala yürütüyorum. Amerika Birleşik Devletlerinde DNA analizlerinin olmadığı dönemlerde mahkum olmuş ve masum olduğuna inanan kişilere destek vererek başlamış bir projenin Türkiye ayağıdır. Başlangıçta Adli Tıp Enstitüsü’ndeki öğrencilerimle daha sonra hukukçu dostlarımla birlikte cezaevinden yapılan başvurulara yardımcı olmaya çalışıyor ve yeni delil bulmaya gayret ediyoruz. Böylelikle iade-i muhakeme olanaklarını zorluyoruz.
Yeni bir kitap hazırlığında olduğunuzu biliyoruz. Kitabın içeriği hakkında bilgi verebilir misiniz?
Son kitabım, Turgut Özal’ın mezarının açılması ile birlikte karşılaşılan durumu, yapılan incelemeleri, alınan sonuçları ve ölüm nedeni ile ilgili benim kişisel değerlendirmelerimin yanı sıra Michael Jackson’un pedofil olup olmadığı iddialarından, gerçek hayattaki Dexter’lere varıncaya dek farklı konuları ele alıyor. Kısa zamanda raflarda yerini alacak.
Siz gerçek ve kurguyu çok güzel harmanlayabiliyorken, birçok insanın da merak ettiği gibi neden polisiye roman yazmıyorsunuz?
Henüz toplumu adli bilimler, kriminalistik ve kriminoloji konularında bilgilendirme ve hak arama bilincini geliştirme misyonumu tamamladığımı sanmıyorum. Bu nedenle hala gerçek suç öykülerini, delile dayalı adalet arayışına odaklı konuları, bir kişinin suçlanışında muhtemel hata kaynaklarını ele almayı tercih ediyorum. Roman yazacak sabrım olamasa da, yakında uzun öyküler yazacağım.
“Kusursuz cinayet yoktur.” sözünüz fenomen oldu. Gerçekten her cinayette bir kusur varsa neden bu kadar çok faili meçhul cinayet var?
Kusursuz cinayet yoktur. Çünkü ölümün cinayet olduğunu anladığınız anda, zaten bir kusuru var demektir. Yoksa cinayet olduğunu bile anlamamanız gerekirdi. Gelelim faili meçhullere. Sorun, öncelikle olay yeri inceleme ekiplerinin ülkenin her yerinde aynı bilgi, beceri ve donanımda olmamasından kaynaklanıyor. Sorun tanıklarla görüşme, ifade alma tekniklerinden kaynaklanıyor. Sorun yeterli veri tabanımızın, özellikle DNA bankalarının olmamasından kaynaklanıyor.
Bir cinayetin failinin bulunmasına katkı sağlayan en büyük etken nedir?
Öncelikle dosyaların hep açık tutulması gerekir. Bir suçun failinin evvelce işlenmiş başka bir suçun faili de olabileceği unutulmamalıdır. Bunun çözümü hangi suçtan olursa olsun mahkum olanın DNA bilgisini bankalamaktır. Ne yazık ki tüm gelişmiş ülkelerde bu yapılırken, Türkiye’de hala başarılamamış bir durumdur.
Siz teknolojiyi neredeyse tam anlamıyla ilk kullananlardansınız. Türkiye’deki teknolojik gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?
Suçla mücadele açısından hala yeterli görmüyorum. Önemli olan suç işlenmeden durdurabilmek, öngörüp, engelleyebilmektir. Biz hala suç işlendikten sonra faili bulmaya çalışıyoruz. Bilirkişi laboratuvarları topluma yeterli güveni vermiyor. Ciddi standardizasyon eksikleri var. Dış kalite kontrol eksikleri var. Önemli olan en gelişmiş araç gereci satın almak değil, bunları üretebilecek, en azından bunlardan çıkan sonuçları yorumlayabilecek beyinleri yetiştirmektir.
Kriminal laboratuvarların gelişmesine katkıda bulunarak, “Yılın Bilim İnsanı Ödülü”ne layık görüldünüz. Kriminoloji terimi ülkemizde çok fazla bilinmiyor. Bizi bu konuda aydınlatır mısınız? Neden bu kadar önemli kriminoloji?
Kriminoloji, son iki yüz yıldır yasa yapmayı, yasalara karşı gelmeyi ve toplumun yasalara karşı gelenlere tepkisini bilimsel olarak inceleyen bir bilim dalıdır. Kriminoloji suçun nedenini inceleyerek, suçu önlemeyi hedefler.
Kriminalistik ise, ceza ve hukuk soruşturmalarının ihtiyacı olan fiziksel delillerin toplanması ve incelenmesi ile ilgilenen uygulamalar bütünüdür.
Bilişim suçlarında da kriminolojiyi kullanmak mümkün mü? Kullanıyorsanız hangi alanlarda kullanıyorsunuz?
Siber saldırılar ve siber casusluk, şimdilerde güvenlik tehdidi olarak terörizmin önünde gidiyor. Kullanılan dijital teknolojilerin açıklarını bulmaya güvenlik uzmanları yetişemiyor. Bu nedenle bilişim suçları başta A.B.D. olmak üzere hem kriminologların hem de kriminalistlerin ilgisini çekiyor. Hatta, siber kriminoloji adı verilen yeni bir alan, internet suçları ve suçlu davranışını araştırıyor. İnternette teröristlerin, pedofillerin, dijital korsanların, siber tacizcilerin, kumarbazların davranış biçimleri, hedef seçimi, yararlandıkları yazılımlar inceleniyor. Bu bilgiler ışığında yeni suçlar işlenmemesi için önlemler alınmaya çalışılıyor, toplum bilgilendiriliyor.
Öte yandan sanal ortamda işlenen suçları delillendirerek mahkumiyeti sağlamak, kriminalistlerin işi. İki örnek vereyim. Haziran 2000’de seri katil olduğundan şüphelenilen ama bir türlü kanıtlanamayan John Robinson’un evi arandığında delil olarak beş bilgisayara el konmuştu. Bu sayede Robinson’un, interneti kullanarak kurbanlarını bulduğu, onları belli yerlerde buluşmaya ikna ettiği anlaşıldı. İnternetin ilk seri katili olarak bilinen Robinson, sekiz kadını tecavüz edip öldürmekten idama mahkum oldu, halen Kansas’ta infazı bekliyor. FBI ajanı Robert Hanssen’in 1979’dan 2001’e, tam 22 yıl boyunca Sovyet ve Rus istihbarat servisleri için casusluk yaptığına ilişkin ilk ve başlıca delil evindeki Palm III avuç içi bilgisayardı.
CNN TV ekranlarında izlediğimiz Suç ve Delil isimli programınızda işlediğiniz konuları neye göre seçiyorsunuz? Bir programınızın konusu robotlardı. AKINSOFT olarak bizimde robotik teknolojiler ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Siz bu konuda neler düşüyorsunuz?
Suç ve Delil’deki konuları kalabalık bir grup olarak kararlaştırıyoruz. Elbette bunda daha önceki programlarda aldığımız ratingleri göz önünde tutmaya çalışıyoruz. Bir de kanalın kendi izleyici profili önem taşıyor. Bana sorsanız, sürekli geleceğe yönelik yeni teknolojilerin, fütüristik yaklaşımların konu edildiği programlar yapmayı tercih ederim, çünkü yakın bir gelecekte suçla ilgili bütün bildiklerimizi unutmak zorunda kalacağız. Örneğin havaalanlarındaki X-ray cihazlarını pornografik görüntü elde etmek için, insansız hava araçlarının yanlış sinyal göndermelerini sağlamak için ya da en basitinden aracımızı yavaşlatmak ya da hızlandırmak için hackleyenler olacak.
Otonom robotlar elbette önemli ama, bana daha çok robot – insan ilişkisi cazip geliyor. Bu kapsamda özellikle insanların motivasyonu ve ikna edilmesinden, şüpheli ve tanıkların sorgusunu robotlara yaptırmaya ya da insan – robot işbirliklerine, ortak çalışmaya, konuşup, tartışmaya hatta “tekinsiz vadilerde” bir android ile birlikte yaşamaya bile varım.