Çok küçük yaşlardan itibaren radyo stüdyolarında cefa dolu geçen günlerin ardından, şimdilerde sefasını sürüp, keyifli günler geçiren ve bunu daha fazla dillendirirse nazar değecek diye korkan bir radyo programcısıdır... Radyo ile yolumun kesişmesiyle kendimi bulduğum ve bu sayede daha mutlu bir insan olarak hayatıma devam edebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. İşim konuşmak; ama günlük hayatımda sanılanın aksine çok konuşkan bir insan değilim. Sanırım konuşarak para kazandığım için, içten içe bedavadan konuşmak pek işime gelmiyor.
İçine teyze kaçmış biri gibi görünmek istemem ama sanırım tamamen kader ve kısmet… 13 yaşındayken, radyo ve televizyon kanalları olan bir medya kuruluşunun yönetmenlerinden, kurgu ve kamera arkası işler ile ilgili daha detaylı bir şeyler öğrenebilmek için gittiğim bir yaz tatili dönemimde yolum kesişti radyo ile... Televizyon işlerine merak sarmışken, ‘radyoya asistan lazım’ dediler ve oraya sürüklendim. Aslında hiç alakam yokken birden kendimi içinde bulduğum o radyo stüdyosu, ilk adımımı attığım andan itibaren beni etkisi altına aldı. Getir götür işleri yaparken bir yandan işi gözlemleyip kendimi yetiştirmeye gayret gösterdim ve küçük yaşta işe atılmanın avantajı ile şimdi meslekte 13. Yılımı dolduruyorum. Bazen, bazı şeyler için çok çabalar sarf ederiz ama bir türlü o isteğimiz olmaz. Önüne çıkan fırsatları görebilmek sanırım insanın hayatını değiştiriyor.
Son 6 yıldır Radyo Viva’dayım ve bu süre boyunca, hep kendi isteklerimi yapmam konusunda özgür bırakıldım. Bu açı dan tüm yöneticilerime teşekkür etmem lazım. Çünkü radyoda yayın yapmak duygu işidir. İnsanlar sizin ses tonunuzdan, anlattıklarınızdan ne kadar samimi veya sahte olduğunuzu anlamakta çok zorlanmaz. Bu açıdan mutluyum, çünkü kendimi iyi hissettiğim bir program formatım var. Sabah 7-9, akşam 18-20 arası sürücü saatlerinde, hem gündem hem de kendi belirlediğimiz konular üzerinden telefon bağlantıları ile interaktif bir şekilde ilerleyen programım var. Amaç eğlenmekte olsa bazen hayatın kaçınılmaz, can sıkan konularıyla gözümüzden yaşların süzüldüğünü de hatırlıyorum. Gündemi, her gün çok yoğun ve yorucu olan bir memlekette yaşıyoruz. Dolayısıyla yayın saatlerim boyunca olabildiğince gülmeye ve güldürmeye odaklanıyorum. Her yaştan, her meslek grubundan dinleyicilerimle, farklı bakış açıları ve bilgiler eşliğinde birbirimize çok şey katıyoruz. O nedenle ben olsam dinlerdim.
Çok klişe ve sıkıcı bir cevap gibi gelebilir ama gerçekten, işimi çok seviyor olmam sanırım. Canımız sıkkın olduğu zamanlarda genelde ne işe gitmek ne de birilerine maruz kalıp bir şeyler yapmak isteriz. Bende tam tersi, en çok o zamanlarda yayında eğleniyorum. Çünkü terapi gibi, beni iyileştiren bir işim var. En başta ben çok eğleniyorum ve sanırım bu yüzden, dinleyicilerim de benimle beraber daha çok eğleniyorlar. Tabii ki gösterilen ilgi, aldığım sayısız takdir, mesaj ve telefonlar da işime olan bağlılığımı kuvvetlendiriyor.
Açıkçası oyunculuk sadece bir deneyimdi. Bence fena da değildi performansım; ama kendimi tutkuyla verebileceğim bir alan değil. Böyle bir teklif gelince hatıra olsun istedim. Yine teklif gelirse ve becerebileceğim bir rol ise oynarım. Fakat, ‘ben oyuncuyum’ diyecek kadar bir mesai harcayacak tutkum yok bu konuda. Söyleşilerde sahnede olup, muhataplarımla göz göze gelebilmek, sanırım hayatım boyunca yaşadığım en kuvvetli tatmin edici duygulardan. Çünkü beni görmeye gelen onlarca insanın gözlerinde gördüğüm sevgi dolu bakış, doğru yolda gittiğimi hissettiriyor. Bunun zorla elde edilebilecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Ayrıca ilk kez burada paylaşıyorum; yakın zamanda haddim olmayarak, yaşadıklarımı ve kendimce gözlemlerimi kaleme alacağım. Edebi anlamda öyle çok da ciddiye alınmaması gereken, eğlenceli bir kitap yazma hazırlığındayım. Çünkü benim neyim eksik, yapan nasıl yapıyor?
Türkiye gibi işte… Her telden dinleyen insan var. Ama her ne kadar farklı ideolojiler, memleketler, yaşam tarzları da olsa aynı noktada buluşabiliyoruz. Radyo bu konuda birçok mecraya göre daha gerçek ve samimi bence. Çünkü sosyal medyadaki anlamlandıramadığımız kuru gürültünün aksine radyoda, kanlı-canlı sesleri ve cesaretleriyle vardır insanlar. Son yıllarda ne yazık ki çoğu insan, kendi gibi olmayan, düşünmeyen insanlara karşı tahammülsüzleşmiş olsa da orta yolu buluyoruz.
Oryantal sanatçısı olmayı çok isterdim; ama vücudum henüz buna hazır değil. Bazen seslendirme ve özel gecelerde, sunum işleri ya da etkinliklerde yer alıyorum. Yine işimin dalları yani.
Her gelen özel mesaja cevap veriyorum dersem yalan söylemiş olurum. Ama olabildiğince tabii ki iletişim halindeyiz.
Beyefendiliğimden o gün söylememiştim; ama siz sorunca ilk aklıma gelen Safiye Soyman’ın bacağımı morartması oldu. Misafirim olduğu gün programda o kadar çok güldük ki, her kahkaha attığında masanın altından bana tekme atarak gülüyordu. Bazı insanlar dokunarak iletişim kurmayı sevdiğinden, ben de ayıp olmasın diye kendimi çekmedim ama Safiye Hanım sağ olsun, bir hafta ağrısını çektim.
Çalışmalarınızı takdir ve büyük bir heyecanla takip ediyorum. Medyada yer alan ilk görüntüleriniz çok heyecanlandırmıştı. Ne yazık ki bilim ve teknoloji alanında ülkemiz henüz istenen seviyede değilken, umut veren işler yapıyorsunuz. Çalışmalarınız ülkemiz için çok önemli, emeği olan herkese teşekkür borcumuz var…
Fikri bile çok çok heyecanlandırıyor, keşke! Ama ben korkuları olan bir insanım, filmlerdeki gibi yazılım kaynaklı bir sıkıntı çıkar da başıma bir iş getirir diye ufaktan temkinli yaklaşıyorum.
INOVAX okuduklarına göre, teknoloji tutkuları çoktur. Tek söyleyeceğim; yeni bir telefon modeli üretildiğinde, satın alacağınız yerde sırayı kaptırmamak için geceden kuyruğa girerek o soğukta, elinizde ki simit ayranla zatürre olmamanız… Sevgiler!